Cesur Yeni Grup

06:36 1 Comments




Tiört (23.07.2012 - 22.07.2013)


Geçen yaz kurduğumuz ve yıl boyunca aktif olan grubumuz Tiört'ün helvasını yedik. Helvasını yeme sebebimizin de grubun hiçbir üyesinin birbirine yakın olmamasıydı, ne okul olarak, ne de ikametgah olarak. Ben çiğliden, bateristimiz mavişehirden gelirken, diğer grup üyeleri bornovanın alakasız yerlerinden stüdyoya katılıyordu. İyi arkadaşlardık fakat rezalet grup üyeleriydik. Bizden bir cacık olmazdı.


Çıkarın beni bu cehennemden
Bir cacığı geçtim, hiçbir cacık olmayacak bir grubun kurulmasına ön ayak oldu Tiört'ün düşüşü. Okulumuz halısaha maçı öncesi geyiklerimizden birinde Alpay benden yeni alacağı gitar konusunda fikir istedi. Averaj bir gitar almasının daha sağlıklı olacağını söyledim. İlk gitarı Fender olmamalı insanın. Clean bir ton istiyormuş, rock çalarmış falan gibi bir sürü şey sıraladı, ben de dedim ki bak, benden daha iyi anlayan zilyon tane adam var, sor birine çöz gitar işini, sonra takılırız ikimizNasıl yani ikimiz? dedi, çalışırız oğlum işte, Sarper de arkadan iki ritim girer dum dum tıs, ben de gitara sardım hem şu sıralar dedim, grup mu kuracağız yani? dedi, hayır dedim. 

İki gün sonra okul çıkışı Alpaya Alpay, grup mu kursak n'apsak? dedim.


Geçen hafta halısaha maçında tekrar gördüm Alpayı. Orada iki lafladık, sordum gitar işleri nasıl gidiyor. Güzel 

gidiyormuş. Akustik gitar alıcam dedim, pop rock mı yapıcaz? dedi. Ne alakası olduğunu sordum, olum solist dediğin gitar çalar, akustik + elektro pop rock olur dedi. O an bizden hiçbir cacık olmayacağını anladım ve basitçe olayı açıkladım, bir tane daha gitarist çözeriz, ben ritim girerim, akustik intro mintro yazarız hallolur dedim ve grubu kurdum. Evet, ne Alpayın, ne de Sarperin haberi var bundan, hele Sarper gitar olaylarını bile duymadı ama artık bir grubumuz var. Okul konserlerine falan çıkmalık, bahar şenliğinde çalmalık grup. Rak grubu.

Repertuar oluşturma işini de tabi ki bendeniz hallettiler. Çünkü grupta gerçekten henüz hiçkimse yok. Bu liselilik adlı görevimi yerime getirmeme engel değil, biliyorum ki öyle ya da böyle kurulacak bu grup. Lise üçe giden her sağlıklı (kıyısından)müzisyen insanın yaptığı şeyi yapmak için kolları sıvadım. Okulda rock grubu kurmaktan bahsediyorum. Lise üçe giden biri için bu yemek içmek gibi bir şey olmalıydı çünkü.

Repertuar:

Olasılıklar üzerine kafa patlatarak uykusuz geçirdiğim üç gecenin ardından, bir lise türk rock grubunun çalması muhtemel / çalabileceği şarkıları şöyle listeledim:

Pilli Bebek - Haram Geceler



Hem adından hem de çalındığında nakaratına eşlik edilme olasılığının yüksekliğinden mütevellit, listenin başında Haram Geceler var. Bir zamanların
meşhur damar şarkılarının rock grupları tarafından coverlanması olayına müthiş bir örnek teşkil ediyor bu şarkı(bir diğeri için Duman - Gönül). Uykusuz gecelerimin şarkısıdır bu. Hem de Behzat Ç.nin müziği. Bir liseli bundan başka ne isteyebilir ki?

Üç Hürel - Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş

Nakarata eşlik etmelik bir şarkı daha. Mahzenden. En büyük artısı lys-ygs öncesi gerim gerim gerilen bir liselinin üzerine bir de aşık olmuş olma olasılığının büyüklüğüne oynamasıdır. Dumur eder liseliyi bu. Çok güzel akşam müziğidir, elektrobağlamadan alınan verim gitar ve gitarlardan sağlanabilirse muazzam bir parçadır. Okul öğretmenlerini de sevindirir. Nostaljidir. 


Feridun Düzağaç - Gamlı Uçak

Kuş olup uçamayasım; denize düşüp boğulasım var
Kendimden kurtulasım var


kısmını yıllardır İstanbul - İzmir arası araba yolculuklarında bağıra bağıra söylediğim şarkıdır. Kişisel zevkimdir, basit ve çalınabilir olması da bunu gruba alışma aşamasında çalınabilecek şarkılardan biri yapıyor. Ayrıca vokali de kolay, becerebildiğim bir şarkı. Stüdyo sonu şarkılarından. 



Halimden Konan Anlar - Kendime Çaylar

2011 yılından sonra aktif olan -özellikle- liseli gruplarının mutlaka dahil olduğu bir tarz vardır: Underground. Keyiflidir kesinlikle, kaldı ki Halimden Konan Anlar, bir soundcloud grubu olmaktan ötedir. Çay demletir, çay ikram ettirir: kolay, eğlenceli ve absürd. Andırgrandın en temel dalı olan 'hüzünlü andırgrand' olmasından ötürü efektifliği 9/10. 



Ogün Sanlısoy - Sınav 

Yeni kurulan bir grup için kolay sayılabilecek bir şarkı. Hitap ettiği kitle olarak çok yerinde bir şarkıdır. Hissetmeden söylemek imkansıza yakındır bu şarkıyı. Ogün Sanlısoy'u yıllardır takip eden biri olarak, bu şarkıyı aynı ismi taşıyan filmde duyunca çok mutlu olmuştum. O zaman küçüktük tabi, şimdi dalağımıza kadar bu psikolojiye batmış durumdayız. Bağırarak söylenebilitesi olduğu için sonlara saklanacak şarkıdır bu. 

Whisky - Babaanne

Kramp'tan sonra ilk türk rock-metal grubudur. Liseliler bilmez fakat hitap ettiği grup liselilerdir. Çalmak ve söylemek başlı başına bir eğlencedir. Bir bira içip sallanmalık şarkıdır. Gerçekçilik açısından içilecek bira efes olmalıdır. 

Cem Karaca - Hep Kahır 

Türk rock müziği ile uzaktan yakından alakası olan herkesin sevdiği bir sanatçıdır Cem Karaca. Çok özür diliyorum, dar bir tanımlama oldu. Müzikle uzaktan yakından alakası olan herkesin sevdiği bir duayendir Cem Karaca. En sevdiğim şarkılarındandır Hep Kahır, hiç sevemediğim İstanbula ithafendir. Ne varsa bu İstanbulda, herkes bir şiir, bir şarkı yazmış hakkında. -Sadece saygıdan da olsa- vokali zordur, ter attırır, mükemmel çalınıp söylenmediği sürece şarkıya haksızlıktır. Çalışılması gereken bir şarkıdır, grubun harmonisini güçlendirir. 

Malt - Olmaz

Naif duyguların şarkısıdır. Hitap ettiği kitle bellidir, gerek yumuşaklığı, gerek sözleri olsun, erken çöken bıkkınlığın, sürekli yorgun insanların şarkısıdır. Kulak dostudur. Mutluluğun hüznüdür. 20:00-23:00 arası Bostanlı - Alsancak vapur soundtrackıdır.

Duman - Özgürlüğün Ülkesi 

 Kasette dinlenen Duman zamanı şarkılarındandır. En az mainstream olmuş duman şarkılarından biri olması, seviyeyi düşürmesek aslında ve her lise grubu en az bir tane duman çalmalıdır açmazının tek kurtuluşudur. Neşelidir, politiktir, güzeldir. 'Aaa sıçmak dedi' şeklinde tepki bile alabilir. Gülümsetir.

Mor ve Ötesi - Uyan

Kapanış şarkısıdır. 


1 yorum:

Uzun Rafın Kısası

15:54 1 Comments

Temmuz ortasında biten on iki günlük yurtdışı gezimin ardından evime döndüm; bavulumu bırakmam ve getirdiğim bilimum hediyelik eşyayı dostlarıma dağıtmamın ertesi günü yine elimde bavulum, yolcuydum. İki haftadan kısa bir süreye yedi ülkeyi sığdıran turumuzda gerçekten hasret kaldığım üç şey vardı: düzenli yemek, düzenli uyku ve kitaplar...

Dönüş yaptıktan kısa bir süre sonrası için İstanbul planım vardı. Arayı uzatmadım ve doğruca İstanbula yollandım. Yerleşme faslının ardından çok önceden konuştuğumuz gibi dostum Vildan ile buluştuk. Eminönü, balık-ekmek ve Moda, vapur ve güzel bir akşamüzeri... Hepsinden önce Taksim'e uğradık tabii.

Bu işin İstanbul durağı Kadıköydür fakat ben yine de Taksimdeki pasajı ve sahafları görmek istedim. Kafamda iki-üç kitap ismi vardı ama sahafın güzelliği kitaplara dokunmak, onlarla tanışmaktır. Hiçbir zaman kararlı bir müşteri olmadım kitap alışverişinde. Daldık pasaja, gözümüze kestirdiğimiz yerlere girdik ve "Pardon, 'Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde' var mı acaba?" dedik. Her seferinde hayır cevabı aldık.

Pasajdan çıkmak üzereyken bir küçük bir sahafa Ulysses sordum, çıkarttı birinci baskısını verdi bana. Kazım Taşkent Klasiklerinin eski yeşil kaplı basımı, 93lük delikanlı, bir klasiği elimde tutuyordum. Bunu kaçırmamalıydım. Pınar Kür'ün 'Bir Deli Ağaç'ını sordum, ikinci basımını bulup verdi. Yine muazzam bir parça. Vildanı büsbütün unutup muhabbete daldım adamla, bir sürü kitap açıldı, kurcalandı. Lafın ucu edebiyatın Nikola Tesla'sı Proust'a gitti, sonra öğrendim ki, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde burada varmış. Doğumgünü hediyemi de böylece almış oldum.

"İstanbuldaki en sofistike sahaftır" referansıyla gittiğim Caddebostandaki Gergedan Kitabevine de bir uğradım. İyi ki de uğramışım, ufacık bir yere o kadar güzel kitabı koymak her yiğidin harcı olmasa gerek. Dükkan sahibi tatlı kadınla biraz sohbet ettikten sonra iş alışverişe geldi ve bana 'Bir de Baktım Yoksun' (Yekta Kopan) ile 'Gölgesizler'i(daha önce hiç okumadığım Hasan Ali Toptaş'ın) önerdi. Bunların yanına uzun zamandır aklımda olan 'Her Şeyin Sonundayım' (Tezer Özlü - Ferit Edgü mektuplaşmaları) ve Brecht'ten 'Üç Kuruşluk Roman' ı da ekledikten sonra, benden mutlusu yoktu.

İstanbuldan ayrılmadan önce üç kitap daha aldım kendime: Jack Kerouac'ın On The Road'u, Hakkı Yazıcı'dan 'Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız' ve Murat Yalçın'ın derlemesiyle 'Yeraltına Mektuplar'.

İzmire dönüşümün ardından, kitaplarımı henüz yerleştirmiştim ki ablam aradı ve bir sahaf programı daha yaptık! Alsancakta buluştuk ve o günden sonra 'sahafım' olacak yere şans eseri girdik. Çoğunlukla ablama kitap önermiş ve seçmiş olsam da onları ben de okuyacaktım. Hoşsohbetin ardından kendime ikisi de Yapı Kredi Yayınlarından olan iki yeni kitap almıştım, bunlardan biri yine Marcel Proust'tan "Yakalanan Zaman"dı, diğeri ise Güneş Karabuda'nın otobiyografi niteliğinde anılarını yazdığı kitap "İndim Zamanın Bahçesine". Zaman takıntılı bir adam olarak, uzun saatler harcayacaktım bu kitaplara.

Bu koşuşturmacanın ardından kucağımda kitaplarım, açgözlülüğümü düşünüyorum. Birkaç gün sonra dershane başlayacak ve havalar hala sıcak. Evden çıkası gelmiyor insanın. Bazen oturararak, genellikle koşturarak geçiyor yaşantımız. Ucuz romanların aksine yaşantının bütün güzelliği, asla bitirememek. Ne olursa olsun bir sonraki gün yaşayıp kahkahalar atacağından emin bir şekilde uyanıyoruz. Aslolan, kalp atışları sayılabiliyor. İyi bir sahafta başımı döndüren de bu: durmuş, durmaya mahkum binlerce kalp atışının eseri yüzbinlerce kitabın içinde tek bir kalp olarak dolaşıyorum. Hazin; kafamı çevirip geçtiğim herhangi kitabevi benim ömrümü aşar. Acaba bir kitap olana kadar kaç kitabım olacak?


1 yorum: