Uzun Rafın Kısası

15:54 1 Comments

Temmuz ortasında biten on iki günlük yurtdışı gezimin ardından evime döndüm; bavulumu bırakmam ve getirdiğim bilimum hediyelik eşyayı dostlarıma dağıtmamın ertesi günü yine elimde bavulum, yolcuydum. İki haftadan kısa bir süreye yedi ülkeyi sığdıran turumuzda gerçekten hasret kaldığım üç şey vardı: düzenli yemek, düzenli uyku ve kitaplar...

Dönüş yaptıktan kısa bir süre sonrası için İstanbul planım vardı. Arayı uzatmadım ve doğruca İstanbula yollandım. Yerleşme faslının ardından çok önceden konuştuğumuz gibi dostum Vildan ile buluştuk. Eminönü, balık-ekmek ve Moda, vapur ve güzel bir akşamüzeri... Hepsinden önce Taksim'e uğradık tabii.

Bu işin İstanbul durağı Kadıköydür fakat ben yine de Taksimdeki pasajı ve sahafları görmek istedim. Kafamda iki-üç kitap ismi vardı ama sahafın güzelliği kitaplara dokunmak, onlarla tanışmaktır. Hiçbir zaman kararlı bir müşteri olmadım kitap alışverişinde. Daldık pasaja, gözümüze kestirdiğimiz yerlere girdik ve "Pardon, 'Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde' var mı acaba?" dedik. Her seferinde hayır cevabı aldık.

Pasajdan çıkmak üzereyken bir küçük bir sahafa Ulysses sordum, çıkarttı birinci baskısını verdi bana. Kazım Taşkent Klasiklerinin eski yeşil kaplı basımı, 93lük delikanlı, bir klasiği elimde tutuyordum. Bunu kaçırmamalıydım. Pınar Kür'ün 'Bir Deli Ağaç'ını sordum, ikinci basımını bulup verdi. Yine muazzam bir parça. Vildanı büsbütün unutup muhabbete daldım adamla, bir sürü kitap açıldı, kurcalandı. Lafın ucu edebiyatın Nikola Tesla'sı Proust'a gitti, sonra öğrendim ki, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde burada varmış. Doğumgünü hediyemi de böylece almış oldum.

"İstanbuldaki en sofistike sahaftır" referansıyla gittiğim Caddebostandaki Gergedan Kitabevine de bir uğradım. İyi ki de uğramışım, ufacık bir yere o kadar güzel kitabı koymak her yiğidin harcı olmasa gerek. Dükkan sahibi tatlı kadınla biraz sohbet ettikten sonra iş alışverişe geldi ve bana 'Bir de Baktım Yoksun' (Yekta Kopan) ile 'Gölgesizler'i(daha önce hiç okumadığım Hasan Ali Toptaş'ın) önerdi. Bunların yanına uzun zamandır aklımda olan 'Her Şeyin Sonundayım' (Tezer Özlü - Ferit Edgü mektuplaşmaları) ve Brecht'ten 'Üç Kuruşluk Roman' ı da ekledikten sonra, benden mutlusu yoktu.

İstanbuldan ayrılmadan önce üç kitap daha aldım kendime: Jack Kerouac'ın On The Road'u, Hakkı Yazıcı'dan 'Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız' ve Murat Yalçın'ın derlemesiyle 'Yeraltına Mektuplar'.

İzmire dönüşümün ardından, kitaplarımı henüz yerleştirmiştim ki ablam aradı ve bir sahaf programı daha yaptık! Alsancakta buluştuk ve o günden sonra 'sahafım' olacak yere şans eseri girdik. Çoğunlukla ablama kitap önermiş ve seçmiş olsam da onları ben de okuyacaktım. Hoşsohbetin ardından kendime ikisi de Yapı Kredi Yayınlarından olan iki yeni kitap almıştım, bunlardan biri yine Marcel Proust'tan "Yakalanan Zaman"dı, diğeri ise Güneş Karabuda'nın otobiyografi niteliğinde anılarını yazdığı kitap "İndim Zamanın Bahçesine". Zaman takıntılı bir adam olarak, uzun saatler harcayacaktım bu kitaplara.

Bu koşuşturmacanın ardından kucağımda kitaplarım, açgözlülüğümü düşünüyorum. Birkaç gün sonra dershane başlayacak ve havalar hala sıcak. Evden çıkası gelmiyor insanın. Bazen oturararak, genellikle koşturarak geçiyor yaşantımız. Ucuz romanların aksine yaşantının bütün güzelliği, asla bitirememek. Ne olursa olsun bir sonraki gün yaşayıp kahkahalar atacağından emin bir şekilde uyanıyoruz. Aslolan, kalp atışları sayılabiliyor. İyi bir sahafta başımı döndüren de bu: durmuş, durmaya mahkum binlerce kalp atışının eseri yüzbinlerce kitabın içinde tek bir kalp olarak dolaşıyorum. Hazin; kafamı çevirip geçtiğim herhangi kitabevi benim ömrümü aşar. Acaba bir kitap olana kadar kaç kitabım olacak?


Utku Aktaş

Bu benim blogum!.

1 yorum:

  1. Okurken bile kitapların arasında ki hislerini iliklerime kadar hissettim. Oldukça başarılı.

    YanıtlaSil