Abisal Haller

03:24 1 Comments

Geçirdiğim altı ay ve bir ömür, 'dün ve önceki günü unutmak, ardından hatırlayıp mutlu olmak' metasıyla, sıcak bir tereyağı gibi yumuşakça kaydı ve arkamda kaldı. Bugünüm, önceki gün bir bahçede ya da denize gerilmiş güvenlik iplerinde yalnız olmadığımı hatırlamak; gözlerimi kapayıp dünün sabahını, sigara kokan arabayı, rüzgarı,ilkbaharı, yerde ve yolda kalmış her şeyi düşünerek yeni bir dünya yaratmaya çabalamakla geçiyor.

Yazmak ve yaşamakla bir yıl ya da daha kısa bir süreliğine birbirimize ilişmemek sözü verdik birbirimize. Sadık kalındığı sürece güzel, kârlı sayılabilecek bir anlaşma. Soracak olursanız yazmak ve yaşamak dışında varolmak, iki metro arası bir öğrenci basmaktan ibaret. Bir de rüyamda kendimi Bostanlı'da bir bankta uyanmış olarak görmek var ki, uyandığımda kentkart yüklemeye davranıyorum.

Biliyorsunuz, hâlâ umursuyorum. Yaşadığım evde dizimin üzerine koyduğum ayaklarımı izleyerek dört gözle beklediğim yağmurun sahil boyu geçip gidenleri ıslatmasını; altı saat aralıksız ders dinleyip not tutarak kendimi tatmin ettiğim kadar sık hayâl ediyorum. Hâlâ duyuyorum, yakınlarda bir yerlerde birisi "ben iyiyim," diyor, "gayet iyiyim."

Tanıdığım on kişiden sekizi, başına bir fenalık geldiğinde iyi olduklarını ve bu durumu atlattıklarını başkalarına göstermek için, önceden yaptığı bütün çirkin davranışlarını, sataşmalarını ve çocukluklarını, hiçbir şey olmamış gibi sürdürüyorlar. Gelişmek ve kalben kalabalıklaşmak geçmişe çekilen bir sifon ya, tek dayanakları olan geçmişi kesip atmaktan korkuyorlar. Duvarlara siyahla yazıyorlar: "Ben ne haldeyim bilmiyorlar."

Hiçbir şeyden emin olmamak halini bir uçuk gibi ensemin arkasında taşıyorum, her şey susmayadursun, bürünüveriyor bana. Hiçbir şeyden emin olmadığım kadar eminim ki, biriktirdiğim anların hepsi, beynimin ve göğsümün sıkım sıkım sıkılmasından ve özünün akmasından, kısacası hiçbir işe yaramamasından başka hiçbir şeye yaramıyor. Kendi kapalı kutumda açık hava sineması izlemekten usandım. Bir dakika önce kalkmış vapur kadar uzak bana zaman.

Bacaklarımın taşıdığı yere kadardı geçirdiğim altı ay ve bir ömür. Büyük ihtimalle bir ikinci ömrüm de böyle yürüye yürüye gidecek. Aynadaki yüzümden çok köpekler, yatağımdan çok demirler ve keskiler gördü kapalı gözlerim sabah mahrurluğuyla. Ne kadar çabalasam da ne öldüm, ne kayboldum. Hiç kesilmedi gözlerim ve beynim arasındaki elektrik akımı, bir yığın ufak tefekleri kaydettim, yeri yokken. Bunca dolaşmak niyeydi peki, kulaklarımda "başka bir yere gitmenin anlamı ne?" diyen bir şarkı dönüp dururken?

Bende -veya başka herhangi bir insanda- olmayan ruhun, bütün bir güne bulaşması, onu renk ve kokuya boğması, esen ufacık bir rüzgarın bile geçen -ve hep geçmekte olan- vakte ömür dememiz için yetiyor. Gündüzleri asfalt ve Bornova ne kokuyorsa, bir daha hiç uğramamak üzre vaktini oracıkta bırakan güzel insan-lar da öylece gözden kayboldu; önce bir an, ardından duygu oldu. Bir şehir ve onun manzarası, en çok duyguların yanıbaşından güzel görünür ömrünü bir yük gibi omuzlarında taşıyanlara.

İsterdim ki damlaya damlaya yok olayım. Heyhat, elimden yalnızca yaşamak geliyor.




1 yorum: