16:21 0 Comments



Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Genellikle bilemem nereden başlayacağımı. Aynı masayı paylaştığım sevdiceğimin(geniş zaman kipiyle) bileklerini kırışı, ayaklarını birbiri üstüne attığı bacaklarından sallayışı ve inanılmazlığını anlatamayacak kadar köreldiğim binlerce güzel meziyeti gökyüzünde süzülen bir ışık demeti gibi gözlerime ve kalbime vuruyordu. Gülüşü, ayak bilekleri kadar inceydi ve ben gece vakti varoşlarda attığım adımlar boyu böylesi kayda değer bir güzellik görmemiştim. Güzel bedenine fazla gelen ruhu, dudaklarından bulutlara tüterek yükseliyordu; ki asla sigara içmezdi, ağzına bile koymamıştı, varoluşu yanan bir sigara gibiydi; sönüp bitecekmişçesine baktım gözlerine. Onun beyaz omuzları ve soluk elmacık kemikleriyle karşılıklı oturup kahve içişimiz; yıllardır düzene koyamadığım sabah kahvaltılarımın en güzeliydi. Yanmayalım diye oturduğumuz gölgelik masanın diğer ucunda her gülümseyişinde ağzı sol kaşına daha da yakınlaşan bir kız vardı. Beni asla şaşırtmayan fikirleri ve aynı şeyleri düşünebilecek binlerce beyinden birini taşıyan yaratığın bu kadar güzel bir sunumun mahsulü oluşu –benim gibi bir adam için- ilginçti. Öyle ya, dakikalar geçmiş fakat hiç sıkılmamıştım, kesinlikle ilgilenmediğim konular ve bayağı bir sohbet akıp gidiyordu. Bir yerden sonra beni kaybetmişti ,ben ise çoktandır onun  gözlerindeydim. Saçlarını geriye atışı, gözlerini masanın ucuna iliştirişi ve arkasına yaslandığında sırtından gelen kemik sesleri... Bunların hepsi durup yaşamaya değer şeylerdi. Zaman bir video kaydından çok arka arkaya dizilmiş fotoğraflar gibiydi, gereksiz hiçbir şey yoktu. Tatlı bir uyuşuklukla fotoğrafları gözlerimle geçerken, iki fotoğraf arası –kısacık bir an- gözlerimi açtım ve nasıl bir pozisyonda olduğumu o an kavradım.

Kendimle çok meşgul olduğum o dakikalardan birinde sahneye dekor ışığını düşürdüm. Oyunun akıcılığına ve canlılığına kendini kaptırmış izleyicilerim gelen sesin sertliğiyle sessiz birer çığlık atıp gözlerini açmış ve koltuklarında dikey pozisyona geçmişlerdi.  Karşımdaki kadın konuşmayı sürdürüyordu. İstemsiz esnedim ve beynim ekstrem dış etkenler olmadan uykudan uykuya nasıl işlerse öyle işlemeye başladı. Çarkların tozu kalkmış, her şey yerli yerindeydi, gündüz düşüm kafenin içinden gelen televizyon sesiyle bölünmüştü. Başından beri farkında olduğumu fark ettim: Bütün bu olan şey zaten yaşamış deneyimlemiş olduğuklarımın anlık duygu durumuma göre yerleri değiştirilip yeni bir ritim katılan duygu kolajımdı. Eğer resme bir bütün değil de bir parça olarak bakacak olursam –ki istemsiz olarak tam da bunu yapmıştım- bunların ağzımdan bir kez çıkmış şeyler olduğunu fark edecektim. Karşımdaki güzelliğin gözlerini gözlerime dikişi iki saniye öncesi kadar etkileyici değildi belki ama her şey bambaşka bir boyut kazandı.

Yıllardır karaladığım ve düşlediğim aşkın zilyonuncu varyasyonunu kalbimde hissediyordum. Bütün bu günlük deliliğin ve hiçbir yere varmayan uğraşımızın arasında iki saniye soluklanacak ya da yön tayin edecek ufak bir kayalık bulan şanslı binlerden biriyim ben de. Büyütülecek ne var, karşımda duruyordu işte öylece. Hiçbir şekilde özel değildi, sadece gerçekten güzeldi ve bu bir kriter olamazdı, er ya da geç daha güzeli bulunurdu.  Herkesin bir problemi olduğu gibi pekala bu hatun da dört dörtlük değildi. Hiçbir şeyden utanmıyorum, isterseniz o güzel menekşenin problemini açık açık söyleyebilirim. Söylüyorum: O hatun, tam bir hatundu. Ya da kadın bir kadındı, nasıl ifade ederseniz.

Evet, eğer derinlere inerseniz anlaması biraz zor gelecekti fakat demek istediğim şey kurduğum cümlenin okunuşuyla sınırlı. Oturuşuyla, izledikleri ve düşündükleriyle, giydikleri ve tercihleriyle tam bir kızdı. Hemcins akranlarını temsil eden güzelce bir vazoydu ve ben böylesine hiç rastlamamıştım.



İnsanı ürperten ve kafasında bir türlü susmayan bir ses olarak aralıklı olarak tekrar eden şeylerden biri imkansızlıktı o tutkunu oldukları aşkla ilgili. Birbirini her gün öpen ve koyun koyuna dizi izleyen bir çifti hiç kimse izlemeyecektir, bu apaçık sıkıcıdır. Eğer birilerinin o çifti izlemesini istiyorsanız, bu mükemmel ahengi başlangıçta yeteri kadar parlak verip bu kısa klibin ardından eşlerden en az birini öldürmeniz ya da iğrenç bir duruma sokmanız gerekir. İşte işlerin büyüsü tam olarak budur: Aşka yakıştırılan asla huzurla aynı banka oturamamasıdır, huzurla aşk hep münazara halinde olmalıdır. Kime sorsanız yağmur altında öpüşmek çekicidir, ölü karısının rüyalarından uyanan mahfolmuş bir adamdır incelik taşıyan. Kıyametin en tatlısı, en çok acıtanı oluyor gerçekten de.

Benim de kaçırdığım nokta buydu. Hayatıma giren kadınların tamamı narkolepsik temalı bir imkansız aşk filminde kadın başrol oyuncuyu oynamak için yaratılmışlardı. Onların doldurulamaz boşlukları, kurumuş bir boyadan farksız yaraları ve onlara asla veremeyeceğim şeyler buyurmalarıydı belki de beni çeken. Megolomanlık seviyesinde bir başrol fetişim vardı benim de, yaşadıklarımın her anı kırmızı odada küçük rötuşların ardından izleyicilerin beğenisine sunulsa, sonunda yarı uykulu ama ağızları açık salonu terk edecekleri bir film olsun istedim hep. Önceki gün izleyip bir iki hafta hakkında çenemi kapatamadığım güzel bir başyapıt, ya da zekice yazılmış bir kitap olsun. Son cümlelerini insanlar duvarlara yazsın. Küçük çocuğun büyük saplantılarıydı bunlar. Belki de varoluşumun basitliği.

Güzel gözleri ve gül dudaklarıyla karşımda oturan kız bunların hiçbirini veremezdi bana. Onca şeyin ardından, sıradan bir adam olarak bütün bu gafleti zevkle kabullenmiştim bile, beni bir bar taburesinde daha seksi yapacak olan ne varsa sırtımda, ego, acı çeken bakışlar, görmüş geçirmiş eda, bitmek bilmeyen standupım ve daha ne varsa, hepsini geride bırakmak için bana çok önceden verilmiş sıra numaram elektronik ekranda iki kez yanmıştı, kaçırmak olmazdı. Hayatımı bekleme odasında geçiremezdim, çünkü bazı şeyler yalnızca birer anı olarak kalmalıydı ve bunu benim kendini beğenmiş benliğim için ölüm demekti. Şükürler olsun ki bedenim sağ kurtuldu.

Tatlı söyleşimiz esnasında bütün düşüncelerimi ufak ufak belli etmeye başladıkça ben, o daha da sessizleşti. İki saat ağzını kapatmamış küçük esintim suspus oluvermişti. Kalkmanın vakti geldiğinden içtiklerimizi ödedik ve henüz buluşmadan karar verdiğim gibi yol boyunca ona eşlik ettim. Evi iki dakikalık mesafeydi, ki bu da her şeyi daha net kılıyordu. Beraber yürüdüğümüz o ıhlamur kokan sokakta küçük deniz kızımın özgür göğüsleri yürüdüğüm yolun doğruluğunu ispatlarcasına zıplıyordu.

Evinin karşısına geldiğimizde, içimde onu mutlu edecek hangi ben varsa onun köküne su döktüm ve bütün işi halledişini izledim. Gözlerimi gözlerinin içine diktim ve onu istediğimi söyledim. Benden zaman istedi, aksi takdirde sevgilisiyle onu yatakta paylaşmak durumunda kalacaktım. İstediği zaman olsundu, buncasını boşa harcamışken birazcık beklemek kimi öldürürdü?

Bir rüya görmüştüm. Ömrümün son üç dakikasıydı ve yerle birdim. Bunların hiçbir önemi yoktu. Artık sıkıntılı hallere düşüp kaybetmeyecektim. Elbet bana açılacak o yasemin dudakları öpecek, öpecektim.

0 yorum: