BURAYI BOŞALTTIK

SOYSUZUN FERMANI, FERDİ BAHİSLER VE RUUMİPİKİ BLOGLARI OLARAK orhanpilsener.blogspot.comA TAŞINDIK. ESKİ YAZILARIN YANI SIRA YENİ İŞLER DE ORADAN DEVAM EDİYOR.

Sevdiceğim


gün oldu penceremde
gökyüzü henüz sarardı
amına koyayım senin
resmen ruhum karardı


Diyalektik

Sen benim kriptonitimsin bal çiçeğim,
Dürüst olayım, daha mutluyum sanki sensiz,
Sorumluluk gırla, bir bilsen!
Hele Bostanlı böyle karışıkken dalga deniz
Başımda bir ağrı gibisin belli belirsiz,
Hiçbir yola çıkmıyorum varmak için sana
Lakin senden ötürü sallanıyor güvertem
Ne boktan iş, ne kalkanımsın ne yelken
Ve ben yine senin hakkında yazıyorum
Bu denli uykum varken.

Benim derdim senden yanadır
Yanan bir ateş miyim, bilmiyorum,
Seninle bir şeyler biriktirip,
Sanki bir şeyler topluyorum,
Kıyamet kopacaksa bunlardan
Belki hazırlandığımız için kopar,
Belki de öngörülü olduğumuzdan

Sen benim felaketimsin nar çiçeğim,
Eğilsem bağcıklarımı bağlamaya
Korkarım şöyle bir göz ucuyla dahi
Ne var ne yok bakınmaya,
Zordur benim için, ne belli;
Belki çıkacaksın bir köşeden aniden
Belki güleceksin yüzüme;
Ya bilmiyorsundur nereye gideceğini sahi
Ya da inmişsindir evinden bir akşam
Yarını düşünürken bir sigara yakmaya

Koşuyoruz durmadan uzaklara,
Koşuyoruz, gelecek günler adına,
Beraber koşmuyoruz yalnız,
Sen yoluna, ben yoluma.
Bu durum boğuyor beni, inan,
Ağır geliyor benim gibi
Sadık ve evcimen bir adama.

Sen benim kıyametimsin kar çiçeğim,
Bir kıymık gibisin parmağıma batan,
Ağrıyan yerimsin yalnızca,
Kanayan yaram olsan dindireceğim
İlacın da yok, heyhat,
Bastırmak gerekir sen iyice
Yahut dalacaksın bedenimde derinlere
Defol git, istemiyorum karın ağrısı,
Hem yapacak çok işim var
Hem olmaz olsun bu işin böylesi.

Bul bir çaresini ve koş iyice,
Parlasın ay ve çöksün gece,
Aklımdan bile geçmeyecek,
Ben kimim ki bahsi olsun,
Koşamam sana yetişenece.

Sen benim briketimsin bal çiçeğim
Seninle kesişecek yolum varsa bile
Gün doğmasa da çıkmam o yola!
Kendimi yoramam yok yere,
Asırlardır şöyle söylenegele;
Aşktır insanı deli eden,
Aşktır bileğin prangası!
Beni azad edeceğin de ne malum?
Olmayacağım, sana mahkum,
Olmayacağım, olacağım varsa bile.


NASIL KAÇILIR SENDEN?
NEDİR BUNUN YOLU?
BİR DEREDE YIKANSAM,
BİR PERİYLE YATIP
GÜNEŞ IŞIĞINDA YANSAM
BİTER Mİ BU KEDER?

KADER, KADER, NEREYE KADAR?
NASIL KAÇILIR SENDEN?
NEDİR BUNUN YOLU?
BİRİNE İYİLİK Mİ ETSEM?
YA DA BİR HAYVAN SAHİPLENSEM?


Sen benim biricik sırrım,
Gizlediğim öznemsin sevdiceğim,
Al sana içten bir şiir,
Fakat bilesin ki;
Sana şarkılar yazıp,
Seni kalbime gömmeyeceğim
Lakin yoksaymaya da niyetim yok.
Seviyorum seni, biliyorum delice,
Canımı sıkan varlığın değil,
Utanmak senden böylesine,
Öpememek o güzel yüzünü
Sevememek seni özgürce.


Andante







Canım.

Üzerimizden aylar geçti, ben ilk defa sana yazıyorum. Bazı şeyleri sindirmem zaman aldı ve inan bana renkler ve sesler normale döndüğü gibi bu yazının başına oturdum. Senin eksikliğinde onlarca şey yazdım ve yayınladım, öylesine korkmuşum ki içinde bulunduğum durumu eşeleyip sıcak küllerini elime almaktan, yazdıklarım hep benden çok uzak gerçeklikleri yansıtan hayal ürünü şeylerdi. Şimdi bile oturup düşününce çok zor geliyor, görüntülerin, yazdıkların ve günün herhangi bir saati arkana yaslanıp bana fısıldadıklarının yüzdüğü hatıralarının seline kapılıp elimde sadece hayalinin olduğunu hatırlamak. Bütün bunlar da ergen kusmuğu deli saçması şeyler esasında. Böyle cümleler kurar hale geliyorum seni düşününce.

Çok soğuktu havalar, biliyorsun. Ardından kış geldi, yarım asırdır esmediği kadar soğuk esti rüzgâr. Çeşmeler dondu, sitemizde buz tutan çoçuk havuzunun üzerinde çocuklar tepindi. Buralar soğuk olmuyor diye hiç almadığım, almadığım için sahip olmadığım kalın kıyafetlere sarınıp çıkamadım dışarı. İliklerime kadar üşüdüm. Yurt çapında okullar falan tatil edildi fakat burada yağan kar tutmadı.Herkes işiyle ilgilendi anlayacağın, çok üşüdük ama rutinimize baktık. Bir anlamda da güzel oldu aslında, bastıran çok soğuk hava ve yıl sonu, hesap- kitap derken elimi meşgul edecek baya' bir iş çıktı bana. Gidişin bu denli yeni bir olayken seninle yalnız kalmaya tahammül edemezdim sanırım.

Şimdi havalar ısınmaya başladı, hissedebiliyorum. Henüz şubat bile değil fakat güneş ısıtıyor, deniz kenarında kayalara çökmeler iyice arttı. Havalar ısındıkça çekilen fotoğraflara renk geldi. Benim de yüzüm gülüyor. Bana koyan kışın yağmuru çamuru değil, insanlara çöken kasveti biraz da. Umutlu umutlu konuşup plan program vakti geldiğindendir belki de, sen geldin aklıma. Bir not geçti elime, anımsadım, 'Ne güzeldi güneş seninle olduğumuz o gün!' Sen gidince anladım, elimde avucumda kalan tek şey, en fazla, güzel bir sohbet arasında anlatabileceğim bir anımız, ya da anımsayıp mutlu olacağım bir deyişin, bir bakışın olmuştu çoktan. İster hiç bitmesin özlemim, istersem oracıkta unutayım, yırtsam da kendimi, geri döndürmem mümkün değildi seni.

Çok düşünmek istemedim üzerinde. Normal gelmiyordu kulağa, düşünsene, oturmuşsun arkadaşlarınla, -bu yeni bir şey de değil ha yanlış anlama, her günkü toplaşma- konuşuyorsunuz büyük bir şevkle, derken beni anıyorsun alelade, diyorsun ne güzeldi, ellerini dizlerine şöyle koyardı, bir keresinde bana şunları şunları demişti... ,dün de benden bahsetmişsin, taş çatlasa bir günü beni anmadan geçiyorsun zaten, sürekli hakkımda vır vır, beni görmemişler bile arkadaşların fakat seni sevdiklerinden dinliyorlar... Bunları ben yapınca da aynı raddede sevimsiz bir şey çıktı ortaya, bu yüzden ayırdına vardığım gibi vazgeçtim adını anmaktan. İyi ki de vazgeçtim, çünkü gözden ırak olduğun kadar dudaklarımdan da ırak olunca, gönlüme söyleyecek söz kalmadı. Bir ara yokluğunu iliklerime kadar hissettim, öylesine yoktun ki, sanki hiç öpmemişsin beni ve sevmemişim ellerini, yazma planları yapıp sonra vazgeçtiğim bir öykünün karakterisin, öylece düşünüp seni uyanmışım düşümden. Havalar ısındı diyorum ya, atkıyı eldiveni atınca aklıma giriverdin tekrar.

Birkaç bir şey para geçti elime. Varlığı büyük hürriyet paranın. Kitaplarımın çoğunu sattım, eğitim falan derken yedim bitirdim çoğunu zaten. Ama iyi ki satmışım. Yazdıklarımı da sattım. Para ediyorlarmış. Bendeki bir çok şey para etmiyor, haliyle yazmaya muhtacım. Bir şiir dergisine yazıyorum. Yazmak için de bir sürü şiir okuyorum. Bana okuduğun şiirleri yayınlıyorlar, 'ustayı anma' başlığı altında. Seni özlemek şiirlerdeki gibi güzel şey değilmiş, hasretinden prangalar eskitmiyorum. Yokluğun evimin tavanındaki nemden farksız, seni özlemek ne şairane, ne de aşığın kisvesini almaya değecek bir ayrıcalık. Herkesin derdinin sesteşiymişsin.

Çok vaktim kalmadı benim de. Şu saatten sonra daha ne olur, ne yaşarım bilmiyorum. Pek büyük şeyler beklemiyorum. Seni sevdim, fakat ufalanıp yok oldun yüreğimde. Üzerine toprak attım çünkü, kaç bahar sürerdi bu hüzün? Gözümde büyüttüğüm kadar yokmuşsun, bir görsen ne güzel büyütmüştüm seni gözümde, hak verirdin belki bana niye sevdim seni öylesine, niye okşadım yanaklarını. Boş laf tabii bunlar, bendeki tesirin iki süslü laf ettirmekten öteye gitmiyor artık. Hem ne halt yemeye bunları kurcalayalım seninle, yoksun artık sen, ben de umursayamıyorum artık seninle ilgili hiçbir şeyi.

Kendimi açıklayamaz, lafımı anlatamazsam ölürüm hastalığına hâlâ sahibim.



















Melodik Yarrak Metal

Düştü; rüştü kurumaktı damlanın
Gamlılar hep senden yanlılar ya,
Ne büyük derttir gardrobu ittir
Taşı başınla kumaşı üst katlara
Heleyanın galeyana geldiyse
Anla eli beli geri duran beni
Ferdinand de Saussure mesire
Nasıl asmalı ki öldürüp dördünü
Bir bölüm ölüme katmalı onları
İşleri güçleri ıraksak
Bıraksak olamayacak birey
Penaltı el altından dönen
Peşkeşi keşmekeş çeken üvey
Güleç görünür güveçte sunul
Suni teneffüs teşebbüsün
Bölünsün çalan okul ziliyle




Yasemin Kokan Sokaklara



Yine bendim sabahlayan kapında,
Ölümüm bundan olacak pekalâ.
Düşündüm, ölsem ne isterim?
İsterim ki beni kalbine gömsünler,
İsterim çiçek açayım bağrında.
Güzel görünsün ki çehren,
Kuşlar da güzel ötsünler.
Düşümdeki gençliğin baharı;
Gerdanında ilk günkü zöhren,
Yanıbaşında olayım sevgilim.
Rüzgâr söylesin kalacağımı,
Sokaklar koksun yasemin.

İsyan Ettim

Hayatta hiç kimseye güvenmem. Anama da güvemezdim, babama hiç güvenmem. Allah bir çocuk bağışlamadı fakat prensip olarak ona da öyle sonuna kadar güvenmezdim olsaydı. Sonuçta çocuk bu, yalan da söyler, ebeveynlerinin arkasından iş de çevirir. Doğası gereği çok da güvenmemek lazım. İsterse dört dörtlük insan olsun, dereler dolusu sevdiğim bir kadın olsun, ı-ıh, güvenmem. Güvenemem.

Şimdi diyeceksiniz ki 'yahu, bu adamın derdi neymiş de bu kadar kesin bir dille kimseye güvenmeyeceğini söylüyor?' Ya da 'bununki de boş laf canım, insan dediğin birine güvenmeden yaşayabilir mi?' diye düşüneceksiniz. Yaşar efendim, bal gibi de yaşar. Hatta bilakis, güvenmek öldürür. Her zaman tetikte olmak lazım. Lakin ben de bunları anamın karnında tecrübe edip kimseye güvenmemeyi kendine -neredeyse- iş edinmiş bir adam olarak dünyaya gelmedim. Zamanında benim de durumum güvenle sorunu sokaktaki vatandaştan fazla olmayan, alelade bir adamınkiyle aynıydı. Sonra bir gün, dar bir kaldırımda yürürken önüme 12 yaşındaki oğluyla bir anne geçti. Benden daha yavaş yürümekte oldukları için ben de vitesi düşürmüş, tıngır mıngır yürüyordum. 15-16 yaşlarında bir çocuktum, hiçbir şey için acelem yoktu. Kaldırım bitti, yola çıkacaktık fakat park halinde bir araba yüzünden sağımı göremiyordum. Anne ve oğlunun rahatça adım atıp yürüdüğünü görünce ben de kontrol etme ihtiyacı duymadan attım adımımı yola. Allah'ım atmaz olaydım. Ne idüğü belirsiz bir pikap geldi ve vınn sesiyle, frene basacak vakit bulamadan üçümüze çarptı. Çevredekilerin 'aaaaayy' sesleri eşliğinde anne ve oğlan bir tarafa savruldu, ben bir tarafa savruldum. Anne ve oğlu mortingen straße, benim de ayağım o günden beri aksar. İki tane ameliyat oldum. Adam şimdi hapiste yatıp kalkıyor, yiyor, içiyor ve sıçıyor. Ooooh. Bir de öpüp alnına koysalarmış keşke. Dikkatsiz bir anne ile oğlunun ölümü ve daha önemlisi gencecik bir çocuğun kötürüm kalmasının bir numaralı suçlusu paşalar gibi yaşıyor şu anda. Söz meclisten dışarı, adelet sistemine güvenimi de o zamanlar kaybettim.

Bu söylediklerim de kayıtlara geçsin: Bir kere güvenmenin acısını bir ömür yaşadım. Aksayan, çirkin ve muhtaç bir oğlan olmanın derdini her gün çektim. İnsanlar da bana hep o gözle baktılar; olacağı varsa da sevgilim olmadı, arkadaşlarım benimle münasebetlerinde hep inceden taşak geçer haldeydi, öğretmenlerim hep acıyarak baktı. Kaderin sillesini yemişim muamelesi beni inanılmaz boğdu. Bir süre sonra ite ite beni o kalıba soktular gerçekten de, basit özrümü her yerde bahane eder oldum. Şimdi geriye bakıp o günleri düşününce midem kalkıyor.

Yaşım gelince üniversiteyi kazandım. Bir sene dahi kaybım olmadan, kaymak gibi yerleştim okuluma. Ha, çok ahım şahım bir okul değildi belki fakat ben de akademik gelecek hayalleriyle yanıp tutuşan bir adam olmamıştım hiç. Öylesine yaşayıp gidiyordum, rüzgâr beni üniversite okumaya Karadeniz'e savurdu, ben de hiç düşünmeden savruldum. Yani sizin anlayacağınız tercih döneminde hısım akrabadan tutun rehberlik öğretmenime bir sürü insanın 'bir sene daha hazırlan' ya da 'büyük şehirde oku, bak şu bölümleri de düşünebilirsin' minvalindeki konuşmalarına hiç kulak asmadım. Kendi bildiğimi okudum, okumakla da iyi yaptım. Babam gibi kabzımal mı olacaktım?

Üniversite'de ilk yılım hüsranla sonuçlandı. Geçerim diye düşünüyordum fakat değil geçmek, geçer bir tane not almadım. Çanı düşüren adamdım. Böyle bir grafik çizeceksem eğer, benden mühendis falan olmazdı. Çok kötü içerledim bu durumu. Kendilerini arkadaşım ilan eden üç beş gevşek adamla ilişiğimi kesip eve kapattım kendimi. Her ihtimale karşı stokladığım konservelerden başka bir şey yemeden iki haftaya yakın bir süre çalıştım. Hazır değildim belki ama bayağı yol kat etmiş olduğumu düşünüyordum....

devam eder bu